Hep hayatı veya bize öğretilen bir şeyleri yakalamaya çalışır dururuz hayatta..
Şatafatlı bir sözün, bir şarkının, bir filmin, bir kitabın veya genel kabul görmüş bir çok klişenin arkasında büyük bir gururla yol tutarak..
Carpe Diem'ler, Hayatı Iskalamamaya çalışmalar, Dünya Vatandaşı olmalar falan filan..
Güzel sözler şüphesiz..
Kalbi ısıtan, ağzımıza yakışan ve konuştukça gurur yaratan..
Gerçekte bunları dilermiyiz?
Dilersek gerçekten inanırmıyız?
İnanırsak yaşama taşır, gerçekleştirir miyiz?
Elimizde sıkı sıkıya tuttuğumuz bu define haritalarımız sağlam mıdır gerçekte?
Haritalar arazilere ne kadar uyar?
Hatta başkalarına işaret levhaları çakacak kadar olayları abartırken, acaba o levhalara doğru hiç yolculuk yapmış mıyızdır kendi içimizde?
Başkalarına fevkalade hassas olan sensörlerimiz, genelde kendimize karşı neden kapalıdır?
Başkalarını içsel nedenlerle, kendimizi dışsal nedenlerle eleştirmek adetden mi olsa gerek?
Ne söylediğimiz, ne yaptığımız değil de, ne hissettirdiğimiz midir acaba önemli olan?
İdealize ettiğimiz kişiliğimiz ile reel kişiliğimiz ne kadar birbirlerine yakındırlar?
Aradaki boşluğu birbirine yakınlaştırmak yerine arada kalan mutsuzluk denen bulutun üstüne çıkıp aşağıdaki boşluğa bakarak ahkam kesmek bizi daha ne kadar avutur?
Düşüncelerimiz&Kararlarımızın ne kadarı bize aitdir?
Ne kadarı başkasına?
Başkalarının filmleriyle üzülüp, sevinmeye, şarkılarını dinleyerek hüzünlenmeye,
Sözlerini söyleyerek övünmeye daha ne kadar devam etmeyi planlıyoruz?
Ne zaman başkalarının şapkalarını çıkarıp, eldivenlerine kuşanmayı terk edeceğiz?
Ne zaman başkalarının ayakkabıları giymeyi bırakıp, söylem-eylem örtüşmelerimiz olmadığı zaman da kendi popomuzu tekmeleyecek özgüvene sahip olacağız?
Ne zaman kendimiz olacağız?
Ne zaman ruhumuzun ikizlerini tek kişi yapacağız?
İç sesimizle , dış sesimizi ne zaman ahenkle tek ses yapacağız?
Ne zaman hayat diye, başkalarını değil de artık kendimizi yakalayacağız?
Ne zaman?
İlham Süheyl Aygül
6 fen H
1283